RAMAZAN ve ORUÇ
03 Kasim 2007
RAMAZAN AYI ve ORUÇ ALİ ÖZEK İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Öğretim Üyesi Mübarek Ramazan, senenin hangi mevsiminde gelirse gelsin, hangi mahalde idrak edilirse edilsin, bu aya girenin yaşı ne olursa olsun, daima bir neşeye vesile olur. Ramazan-ı şerifin kutsiyetine en büyük alâmet, gelişiyle insanlara huzur ve saadet duyguları aşılamasıdır. Bu duygular, sadece Ramazan ayına mahsus manevî tezahürlerdir. Çünkü Ramazan, Peygamberimizin en büyük mucizesi Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulüne sahne olmuştur. Ramazan ayı, ilk önce Kur'ân ayı olmuş, sonra da oruca tahsis edilmiştir. Kelime Olarak Ramazan Ramazan, Arapça bir kelime olup "Ramad" kökünden gelmektedir. Arap dilcileri bu kelime Üzerinde dikkatle durmuşlar, kelimenin Arapçada hangi manalarda ve ne şekilde kullanıldığını araştırmışlardır. Bu araştırmalara kısaca bir göz atalım. 1. Ramazan "Ramad" fiilinden alınmıştır. Ramad, güneşin şiddetli hararetinden dolayı taşların kızması, kor gibi yakıcı bir hal almasıdır. İşte Arapçada böyle kızgın yerlere "Ramda" denir. Bu şekilde kızgın yerlerde gezen kimselerin ayaklan yanar. Buna göre oruç ayına Ramazan denmesi, açlık ve susuzluk sebebiyle çekilen ızdırapları ifade etmek içindir ki çekilen hararet, ızdırap ve meşakkatlerle günahlar yakılır. Bir rivayete göre çek eski zamanlarda Araplar, ayların isimlerini verirlerken, her ayı tesadüf ettiği mevsimlere göre adlandırmışlar. O sene en sıcak mevsime tesadüf eden ayın adına "Ramazân" demişler. 2. Meşhur dilci el-Halil'e göre, yaz sonunda ve güz mevsiminin evvelinde yağan, yer yüzünü tozlardan temizleyen yağmura "Ramda" denirmiştir. Yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur gibi ehl-i imanı günahlardan arıtıp, kalpleri temizlediği için, oruç ayına Ramazan denilmiştir. 3. Meşhur dilci Ezherî'ye göre ise Ramazan, kılıçları bileyleyip keskinleştirmek manasına kullanılan "Ramad" kelimesinden alınmıştır. Çünkü Araplar bu ayda kılıçlarını bileyleyip keskinleştirmişler. Buna göre oruç ayında da nefisler terbiye edilir. 4. Ramazan kelimesi esmâ-i hüsnâ'dan, yani Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Bunun için bu aya sadece "Ramazan" demek doğru değildir. Doğrusu "Ramazan ayı"dır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de de "Şehru Ramazan" denilmiştir. Netice olarak görülüyor ki, kelimenin lügat manası ile ıstılah manası arasında ilgi çekici bir irtibat vardır. Şöyle ki: Oruç tutmak gerçekte açlık ve susuzluk eleminden yanıp tutuşmaktır. Bilindiği gibi vücudun susuzluk sebebiyle yanması, havanın sıcak veya soğuk olmasına bağlı değildir. Bu yanma, aslında bir ızdırabtır. Çekilen bu ızdırab ise, günahlara kefaret olacaktır. Çünkü Resûlullâh (s.a.v.) bu mânayı aşağıdaki hadîs-i şeriflerinde açık olarak beyan etmişlerdir: Meâlen: “Oruç ateşten koruyan bir kalkandır.". "Nefsi azgın olanlar oruç tutsunlar. Çünkü oruç o kimse için koruyucudur." Oruç Kelimesi Arapçası savm olan oruç kelimesi, lügat olarak, menetmek, nefsi arzu duyduğu şeylerden sakındırmak, tutmak, bir şeyi yapmamak manalarında kullanılır. Orucun şer'î tarifi ise şöyledir: Oruç tutmaya ehliyetli bir kimsenin imsak vaktinden iftar zamanına kadar vücudun bâtın hükmünü hâiz olan iç kısmına bir şey idhal etmek ve cima yapmaktan, ibadet niyetiyle kendini tutması yâni menetmesidir. Bu tarife göre, yemek-içmek dışındaki idhaller de orucu bozar. Meselâ iğne yapmak ve benzeri şekilde vücuda bir şey idhal etmek orucu bozar. Ancak, son zamanlarda verilen fetvalara göre, beslenme dışında kalan ve tedavi için yapılan iğneler orucu bozmaz. Fakat ihtiyatlı olmak üzere oruçlu iken iğne yaptırmamak, lüzumu halinde iftardan sonra yaptırmak, zaruret olduğu takdirde kaza etmek evlâdır. Ramazan Ayının Oruca Tahsisi Dikkat edilirse savm yani oruç ile ramazan kelimeleri arasında manevî bir irtibat vardır. Ramazan, yakan, meşakkat ve ızdırap veren, temizleyen, arıtan demektir. Savm ise tutmak, menetmek, yasaklamak demektir. Gerek Ramazan ve gerekse savm kelimelerinin ifade ettiği manalarda iştirak noktası; meşakkat, ızdırap, temizlik ve korunmadır. Bunların hepsi nefs-i emmâreye karşı alınan tedbirlerdir ki, tatbikatı ancak sabır sıfatıyla gerçekleşir. O halde orucun insan vücudu üzerinde ne gibi tıbbî ve psikolojik tesirler meydana getirdiği, araştırılmağa değer bir konudur. Binaenaleyh yukarıda izah etmeye çalıştığımız sebeplerle Ramazan ayı oruca, oruç da Ramazan ayına tahsis edilmiştir. Ramazan Ayının Değişmesi Bilindiği gibi Ramazan ayı, senenin bütün mevsimlerini dolaşır. Bunun tabiî sebebi, orucun kamerî ay hesabına göre tutulmasıdır. Bugün tatbikatta iki çeşit takvim sistemi vardır. Birisi şemsî takvimdir ki, güneşin hareketine göre ayarlanmıştır. Güneş takvimine göre ayların yeri değişmez. Aylar her sene aynı mevsimde gelir. Zira dünya üzerinde mevsimlerin teşekkülü, gece ve gündüz değişimi, dünyanın güneş etrafında eğik olarak dönmesinden meydana gelir. Eğer oruç, güneş takvimine göre tutulmuş olsaydı, o zaman Ramazan ayı her sene aynı mevsime isabet edecekti. İkincisi kamerî takvimdir ki, ayın gök yüzündeki seyrine göre ayarlanmıştır. Bir kamerî ay, "Hilâlin iki zuhuru arasındaki müddettir" diye tarif edilir. Buna göre hilâlin iki zuhurunu ve iki zuhuru arasındaki müddeti incelememiz gerekir: 1— Hilâlin İki zuhuru, dünyanın her yerinde aynı saatte vuku bulmadığından İslâm memleketlerinde her sene Ramazan ayının ilk günü farklı olarak tesbit ediliyor. 2— Hilâlin iki zuhuru arasındaki müddet de kesin değildir. Bunun içindir ki. kamerî ayların bazısı 29. bazısı da 30 gün olarak hesaplanır. Bu itibarla Ramazan ayının 29 veya 30 gün olması muhtemeldir. Onun için bazan 29. bazan da 30 olur. 3— Kamerî sene ile şemsî sene arasında 10 gün kadar bir fark vardır. Yani kamerî sene, yaklaşık olarak 355 gün kabul edilir. Buna göre arta kalan 10 gün, gelen seneye eklenir. Bu sebeple Ramazan ayı her sene 10 gün önce gelmek suretiyle takriben 36 senede bir devir yapar. Yani 36 sene sonra aynı mevsime rastlar. Böylece Ramazan orucu, senenin bütün mevsimlerini dolaşır, durur. Her sene Ramazan ayında bütün müslümanlarn müşahede ettikleri gibi. Orucun ilk günü hakkında zaman ihtilâfı ortaya çıkmaktadır. Oruç, bazı memleketlerde bir gün önce veya sonra tutulmaktadır. Dinî nasslara göre, "hilâli görüp oruç tutmak ve yine hilâli görüp bayram yapmak" esastır. Hilâlin görülme keyfiyeti de tabiatıyla her memlekette farklıdır. Türkiye’de Ramazan ayının ibtidası/başlaması takvimdeki hesaba göre yapılır. Şimdi soralım: — Acaba bu karışıklık halledilemez mi? Cevabımız şudur: — Bu meselenin halli mümkündür. Ancak halledilebilmesi özel bir araştırmaya muhtaçtır. Şöyle ki: İlk önce bütün İslâm memleketlerinden seçilmek şartıyla, dinî ilimler ve astronomi ilminde mütehassıs âlimlerden teşekkül edecek bir ilim heyeti kurulur. Bu heyet meselâ İstanbul gibi çalışmaya elverişli bir şehirde toplanır. Yapılacak işin plânını yapar. Sonra her İslâm memleketinde, o memleketin coğrafî yapısına göre bir yahut iki veya ihtiyaç halinde üç yerde olmak üzere birer gözetleme merkezi tesbit eder. Beş senelik bir proje hazırlar. Hilâlin zuhurunu, her ayın kaç gün olduğunu tesbit eder. Sonra bunlar birleştirilir. Bu merkezler devamlı şekilde birbirleriyle irtibat halinde bulunurlar. Netice olarak ayın hangi memleketlerde bir gün önce, hangi memleketlerde bir gün sonra görüldüğü tesbit edilmiş olur. Farklı bir durum ortaya çıktığı takdirde, bütün İslâm memleketleri yaklaşık olarak iki bölgeye ayrılır. Sonra bu ayırım eğer bazı devletlerde ikiliğe sebep olacaksa, o zaman yarıdan fazlasında hilâl görülen memleketin hepsinde görülmüş, yarıdan fazlasında görülmeyen memleketin hepsinde görülmemiş kabul etmek suretiyle siyasî bütünlük arzeden memleketlerde birlik sağlanmış olur. Ramazan ayının belli bir mevsimde olmayıp senenin her mevsimini dolaşması meselesine gelince: Oruç, aslında nefsi terbiye etmek için konulmuş bir ibadettir. Bu bakımdan, senenin her mevsimini dolaşmasında fayda vardır. Zira oruç, devamlı olarak senenin en uzun günlü aylarından birinde tutulsa idi, insan nefsinin her sene ona tahammül etmesi bir hayli güç olurdu. Zira senenin en uzun günleri aynı zamanda en sıcak günleridir. Bunun tersi olarak, en kısa günlerde tutulsaydı, bu sefer de orucun hikmetinden olan nefis terbiyesi ve meşakkat tahakkuk etmeyecekti. Keza senenin vasat uzunlukta ve vasat sıcaklıkta olan aylarından birinde tutulduğu takdirde de nefis terbiyesi ve meşakkatte birlikte, kısa günlerdeki kolaylık hikmeti tahakkuk etmeyecekti. Diğer taraftan belli bir mevsimde tutulması, bir nevi yeknesaklık olacak, Müslümanlar o aylarda devamlı bir şekilde gündüz zevklerinden mahrum kalacaklardı. Bu hususta, dünyamızın coğrafî bölgelerinin özellikleri de dikkate alınacak bir husustur. Kısaca diyebiliriz ki, bu saydığımız hikmetlerin dışında kalan daha nice hikmetler sebebiyle kâdir-i mutlak olan Allah Teâlâ, orucu bu şekilde emretmiştir. Doğru yol, bu esasa uymaktır. Ramazan Ayının Tarihî Kudsiyeti Ramazan ayı, bir senelik zamanın on ikide biri olduğuna göre, kudsiyet zamana izafe edilmiş oluyor. Allah'ın mahlûku olan zamanın kudsiyeti veya mübarekliği ne demektir? Bunu izah edelim, İslâm dininde bazı zamanların diğerlerine nisbetle daha mübarek olduğu beyan edilmiştir. Buna göre senenin faziletli ayı Ramazan, her ayın faziletli günleri; başı, ortası ve sonu. Haftanın faziletli günü Cuma, Cumanın da en mübarek saati namaz zamanıdır. Ramazan ayının mübarek oluşunun sebepleri şunlardır: 1 — Kur’ân’ın bu ayda inmesi, 2 — Kadir gecesinin bulunması, 3 — Oruç ayı olması. Kur'ân'ın Nüzulü Kur'ân-ı Kerîm, ilk önce Allah Teâlâ'nın irade ve tekellümü ile Levh-i Mahfuz'da vücut bulmuştur. Sonra, toplu halde dünyaya en yakın sema olduğu söylenen Beytü'l-İzze'ye indirilmiş, daha sonra da Cibril-i Emîn vasıtasıyla vahiy olarak Resûlüllâh (s.a.v.)’in kalb-i saadetlerine nakşedilmiş ve Resûlüllâh aldığı vahiyleri ümmetine lisanen tebliğ etmiş ve aynı anda "Vahiy Katipleri" ne de yazdırmıştır. Kur’ân-ı Kerîm'in, "Levh-i Mahfuz"dan Beytü'l-İzze’ye toplu olarak inişi Ramazan ayında ve Kadir Gecesi'nde vaki olduğu gibi, ilk olarak Resûlüllâh (s.a.v.)’e gelişi de Ramazan ayında ve Kadir Gecesinde olmuştur. "Kendisinde Kur’ân indirilen Ramazan ayı..." (Bakara: 185), "Biz onu Kadir Gecesi'nde indirdik..." (Kadir/1), "Biz onu mübarek bir gecede indirdik.." (Duhân/44) âyetlerinde beyan edildiğine göre, Kur’ân-ı Kerim Ramazan ayında, Kadir Gecesinde ve mübarek bir gecede indirilmiştir ki, Kadir Gecesi ile mübarek gece aynı gecedir ve bu gece de Ramazan ayındadır. Ramazan ayının kudsiyetinin ve faziletinin birinci hikmeti, budur. İkinci hikmeti de, bin aydan daha efdal olduğu Kur’ân’da beyan edilen Kadir Gecesinin Ramazan ayında bulunmasıdır. Üçüncü hikmeti ise, gayesi nefis terbiyesi olan Oruç'a tahsis edilmesidir. Bu yüce hikmetlerin mahiyeti düşünülürse, Ramazan ayının ehemmiyeti kendiliğinden ortaya çıkar. Çıkar amma, o zaman da dil, onun büyüklüğünü ve kudsiyetini ifadeden âciz kalır. Bunların hepsi birer ilâhî tasarruftur. Allah'tan hidâyet ve inkiyad niyaz ederiz...
Benzer Konular
Ali Özekin telif ettiği el-KEŞŞÂF maddesi: İBN EBÛ ŞERÎF, Burhâneddin Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi.
Müellifin telif ettiği maddeler veya madde bölümleri İBN EBÛ ŞERÎF, Burhâneddin Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. el-KEŞŞÂF الكشّاف Mu‘tezile âlimlerinden Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) ağırlıklı olarak dirâyet metoduyla yazdığı tefsiri. Müellif: ALİ ÖZEK
KÜRT MESELESİ
Kürt meselelesinin dünü ve bu günü
RAMAZAN ve ORUÇ
Orucun şer'î tarifi şöyledir: Oruç tutmaya ehliyetli bir kimsenin imsak vaktinden iftar zamanına kadar vücudun bâtın hükmünü hâiz olan iç kısmına bir şey idhal etmek ve cima yapmaktan, ibadet niyetiyle kendini tutması yâni menetmesidir.