Sünnetin Dindeki Yeri Toplantısının Açış Konuşması
Sünnetin Dindeki Yeri Toplantısının Açış Konuşması
Prof. Dr. Ali ÖZEK
İslâmî ilimler Araştırma Vakfı Başkanı
Muhterem Başkan, yurt içinden ve yurt dışından teşrif eden değerli misafirler!
İlmî araştırma yapmak ve yaptırmak, araştırıcı âlimler yetiştirmek gayesiyle kurulmuş bulunan İslâmî İlimler Araştırma Vakfı(ÎSAV), şimdiye kadar yaptığı ilmi faaliyetlerine ilave olarak "Sünnetin Dindeki Yeri" konulu araştırmasıyla bir yenisini daha gerçekleştirmiş bulunmaktadır.
Sünnet kelimesi, geniş anlamıyla ahir zaman Peygamberi Hz Muhammet Mustafa'nın hem insan, hem de peygamber olarak sergilediği hareket ve davranışları demektir. İslâm'ın iki esası Kitap ve Sünnet'ten hangisi daha önemlidir diye sorulduğunda elbette ilk akla gelen kitap yani Kur'ân'ı Kerim'dir. Ancak konuya bir başka yönden bakarsak görürüz ki, Sünnet'in yani Peygamber'in önemi özellikle Kur'ân'ı anlama ve uygulama açısından ön plana çıkar. Çünkü Allah'ın buyruklarını içeren Kur'ân'ı Allah emriyle bize getiren ve aramızda uygulayan kişinin hareket ve davranışları önemsiz sayılamaz.
Bizzat Kur'an'da hem "O, heva ve hevesinden konuşmaz, onun konuşmaları vahiydir." (Necm 3-4) denilmiş, hem de peygambere itaat edilmesini emreden 19 ayet indirilmiştir. Yine Kur'an'da 11 yerde peygamberlerin: "Bana itaat ediniz" ifadeleri yer almıştır. Bu demektir ki, Kur'an bize, ona uymamızı emreder. Sünnet'i bir tarafa bıraktığımız takdirde Kur'ân'ı anlamamız ve uygulamamız imkânsız hale gelir. Kur'an ile Sünnet birlikte İslâm'ı oluşturur. Bir diğer husus da Kur'an, tedrici olarak 23 senede indirilmiştir. Kur'an ayetlerinin inişinde müslümanlar ile onlara karşı koyan müşriklerin ve kâfirlerin davranışları, iniş sebebi olmuştur. Bunun anlamı, Kur'ân'm topluma ve toplumda meydana gelen olaylara duyarlı olmasıdır. Bu itibarla peygamberin hareket ve davranışlarını aksettirir.
Kur'an ile Sünnet arasındaki fark şudur: Kuranda asla ziyade ve noksan yoktur. Ama sünnette ziyade ve noksan olabileceği içir bütünüyle hüccet sayılmaz. Önce de belirttiğimiz gibi Sünnetin huccet olması "Sıhhat" şartına bağlıdır.
Bu vesile ile bazı genel prensiplere işaret etmek istiyorum:
1) İslâm tevhit dinidir. İslâm'ın en önemli mesajı tevhit akidesini yaymaktır. Allah Teâlâ, yaratıp akıl ile donattığı, buna bağlı olarak da mükellef ve sorumlu kıldığı insanın, yaratanını tanımasını Ona kulluk etmesini, Onun var ve bir olduğunu anlamasını istemiştir. Bütün peygamberlerin ve özellikle son peygamberin görevi, bu düşünceyi ve bu imanı tebliğ etmektir.
Onun için Kur'an'da Allah Teâla şirki yani Allah'a ortak koşmayı hiç bir surette affetmeyeceğini, fakat kullarından sadır olar ve şirk olmayan diğer bütün günahları dilediği kimselerden affedeceğini bildirmiştir (Nisa, 48/116).
Böylece İslâm’ın birinci derecede ana hedefi ve ana gayesi tevhittir. Bu itibarla müslümanın birinci derecede önem vermesi ve titizlikle üzerinde durması gereken ana konu tevhit inancıdır. Çünkü Allah'a kulluğun kabulü ve günahların affı bu imana ve bu düşünceyi bağlıdır.
İslâm, iman ile ameli birlikte ele alan pratik bir yapıya sahiptir. Müslüman İslâm'ı günlük hayatında fert ve toplum olarak yaşama sorumluluğu taşır.
Diğer bir önemli husus, İslâm kolaylık dinidir. Bunun anlamı, İslâm, eski dinlerde var olan zorlukları kaldırmış, başta hidayet, af ve şefaat olmak üzere her şeyi Allah'a bağlamıştır. Kur'an'da peygamber' in şefaati bile Allah'ın iznine bağlıdır. İşte bu, İslâm’ın tevhit dini oluşunun başka bir göstergesidir.
İslâm, kul ile Allah arasında hiç bir vasıtayı kabul etmez. Gerçek manada ibadet Allah'a olduğu gibi, gerçek manada af di Allah'tandır. Bu temel düşünce, müslümanda sağlam ve doğru biçimde var olduktan sonra ancak vasıta ve vesileler olabilir. Zira bizzat peygamber de insanların hidayetine bir vesiledir. Onun yolunda yürüyen salih kişiler de Allah'ı tanımada ve O'na vâsıl olmada vesile ve vasıta olabilirler. İşte bu anlayış, kul ile Allah arasına konulmak istenen ve eski dinlerden gelen inanç ve düşünceleri düzeltmiştir. İslam’da, toplumda ayrıcalık anlamına gelen kılık-kıyafet, şekilcilige bağlı merasimler ve gösteriler yoktur.
5) İslâm'ın kolaylık ve hoşgörü dini olduğu hem Kur'an'da nende Sünnet'te açık biçimde belirtilmiştir.
Kur'an'da bu konu ile ilgili olarak Önemli açıklamalar vardır.
"Allah sizin için kolaylığı murat eder, yani ister" (el-Bakara2/185) "Allah sizin yüklerinizi hafifletmek ister. Zira insanoğlu zayıf olarak yaratılmıştır " (en-Nisa, 4/28).
"Eğer siz, size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, biz sizin küçük günahlarınızı bağışlarız ve sizi cennete koyarız." (en Nisa 4/31) İslâm'da büyük günahların 7 ile 11 arasında olduğu tesbit edilmiştir.
Kur'an'da kolaylık hakkında pek çok âyet vardır. Önemli olan daha önce de belirttiğimiz gibi ana fikirler ve ana düşüncelerdir Kur'an'da geçen af, mağfiret ve rahmet âyetleri, azap ve ceza âyetlerinden fazladır. Bir kudsî hadiste Allah Teâlâ "Rahmetim gazabıma galip geldi" buyurmuştur. Kolaylık ve hoşgörünün kaynağı sevgidir. Nitekim Yunus Emre: "Yaratılanı severiz, Yaratan'dan ötürü" demiştir. Peygamberimiz (s.a.v.), İslâm'ın kolaylık din: olduğunu şu hadisleriyle vurgulamıştır: "Kolaylaştırınız, zor-laştırmayınız. Sevdiriniz nefret ettirmeyiniz" (Buhârî, İlim 11). "Allah katında en sevimli din, hoşgörülü ve kolaylıkçı Hanif dinidir" (Buhârî İman 29 ). "Ben hoşgörülü ve kolaylıkçı Hanif dini ile gönderildim' (Ahmet b. Hanbel 5/266, 6/116, 233). "Şüphesiz din yani İslâm dini kolaydır. Hiç kimse dini zorlaştıramaz. Her kim dini zorlaştırırsa, din ona galip gelir. Siz orta yolu tutun. Aşırı gitmeyin. Daima müjdeleyici olun.' (Buhârî, İman, 29).
Tekrar vurgulayalım ki, İslâm: Tevhit dinidir, kolaylık dinidir, hoşgörü dinidir, sevgi dinidir. Ancak bunların hepsinde adaleti gözetir. Adalet ise eşitlik ve denge demektir ki, İslâm gayrin hukukuna taalluk eden suçların hakkaniyet esaslarına göre şiddetli bir biçimde cezalandırılmasını ister. Aksi takdirde toplum düzeni bozulur. Binaenaleyh her şeyden önce bize düşen en önemli görev, ana fikirlere, ana esaslara, ana konulara Öncelik vermek, teferruata dalmaktan uzak durmaktır. Çünkü eski kavimler bu yüzden batmış, eski dinler de teferruatla ve aşırılıkla uğraşmak yüzünden bozulmuştur.
Şu esaslara riâyet edilmesi gerekir:
Kitap ve Sünnete dayalı müslümanlık esas olmalı, yorumlara ve mezheplere dayalı görüşlere ancak ihtiyaç nisbetinde başvurulmalıdır. Aslında mezhepler kolaylık içindir. Ancak yorumlar zaman la kitap ve Sünnetin özünden uzaklaşıp müslümanlar arasında tefrikaya sebeb de olabilir.
Umum halk için genelde kolaylık ve ruhsat Müslümanlığı esas olmalıdır. Ama yapabilen azimetle amel eder.
Hırsızlık ve katil gibi müeyyideli suçlar cezalandırılmalı, namaz kılmama ve faiz gibi müeyyidesiz suçlarda ise tebliğ ile yetinimelidir. Bu konudaki esasların eğitim ve öğretimine ağırlık verilmelidir.
Amel-iman ilişkisinde ehli sünnetin görüşü esas alınmalı tevhit asasına göre İslâm'a inanan herkes, ameli yani günahı ve sevabı ne olursa olsun İslâm cemaatinden sayılmalıdır. Yani ihmal inkâr yerine konulmamalıdır.
İnsanların ne yaptıklarına değil, ne düşündüklerine önem verilmeli: "Kişinin niyeti, amelinden daha iyidir" hadisi esas alınmalıdır. Çünkü, aynı ailede, aynı mahallede, aynı toplumda, ayrı ülkede, aynı kimlik altında yaşayan insanlar iyisiyle kötüsüyle güzeliyle çirkiniyle, inananlarla inanmayanlarla, inandıklarıyla amel edeniyle ve etmeyeniyle, dürüst olanı ve olmayanı ile, ahlaklısı ve ahlaksızıyla bir cemiyet oluşturmakta ve bir mozaik meydana getirmektedir. Bu dünyada iyi ile kötü bir arada yaşayacaktır. İlâhî ferman böyledir. Ama âhirette iyiler ve kötüler yine İlâhî fermanla ayı yerlerde bulunacaklardır. Cennet ve Cehennem bunun örneğidir.
Kur'ân'ın yorumunda ve uygulamasında sahih sünnet esas olmalıdır. Eğer biz sünneti ve peygamberin uygulamalarını esas alırsak pek çok meselemiz çözüme kavuşacaktır.
Meselâ, Kitap ve Sünnet'e göre, İslâm'ın idarî ve siyasî düzen şûra esasına bağlıdır. Yönetici biat yoluyla yani seçimle belirlenir. Kadın-erkek toplumun bireyleri yönetime katılır yani yöneticiyi seçerler. Rasûlüllah (s.a.v.) hâl-i hayatında böyle yapmıştır. Mekke’ nin fethinden sonra kadın-erkek herkesten biat almıştır. Ama Hz. Ebû Bekir, erkeklerden biat aldığı halde, o günün şartları icabı kadınları ihmal etmiştir.
Şimdi bu meselede bir takım şartlara bağlı yorumlara mı, yok sa gerçek sünnete, peygamberin uygulamasına mı uyacağız? İşte bu rada bizim için kolay ve doğru olan Sünnet'e uymaktır. Ama devle idaresinde bazı hallerde ve zamanlarda sahabe fetvalarına ve onların yorumlarına uymak bizim için daha kolay ve daha verimli ola bilir. Meselâ, Hz. Ömer'in bazı nassların uygulanmasını geciktirmesi gibi. Zira o, idarî bir tasarruf olarak müellef-i kulûbu uygulamamı^ ve '"âme'l-mecaa(kıtlık yılları)'da el kesmeyi durdurmuştur. İşin bu rası meselenin insanî boyutudur. Bu davranış Hz. Ömer'in insan merkezli bir din anlayışına sahip olduğunu gösterir. Bu husus tama men devlete aittir. Nitekim Osmanlı devleti bu meselelerde Hz Ömer'i örnek alarak bazı hadleri uygulamada devrin toplun şartlarını dikkate almıştır.
7- Kitabın yorumunda "Sünnet”i esas almak bir çok konuda biz rahatlatacaktır. Zira farklı biçimde yapılan yorumlar ve içtihatla] hem ihtilafa sebep olmuş hem de konuyu daraltmak suretiyle zorluk ve sıkıntı getirmiştir. Çünkü içtihatta ve kanun koymada aşırı gitmek zararlıdır. Kanunlar teferruata inmemeli, teferruat hâkimler* ve jürilere bırakılmalıdır. İşte Sünnet bunu âmirdir.
Burada geçmişte İslâm âlimlerine ışık tutan, Kitap ve Sünnet'i anlayıp uygulamada ana fikri ve ana kaideyi oluşturan ünlü Mu'az hadisini nakletmek istiyorum. Rasûlullah(s.a.v.) büyük sahabilerden Mu'az b. Cebel'i Yemen'e vali ve âmil olarak gönderirken sormuştu.
Yâ Mu'az! Ne ile hükmedeceksin?
- Allah'ın kitabı Kur'an ile hükmederim Ya Resûlallah , dedi. Peki hükme medar olacak kaynağı Kur'an'da bulamazsan ne yaparsın?
- Peygamberin sünneti ile amel ederim Ya Resûlallah , dedi. Ya onda da bulamazsan ne yaparsın dedi.
- Aklımla içtihad ederim Ya Resûlallah, dedi. İşte o zaman Efendimiz, "Rasûlünün elçisini Rasûlünün razı olduğu şeye muvaffak kılan Allah'a hamdediyorum" diye dua etti. Bu olay, İslâm âlimlerine Örnek teşkil etmiştir.
Peygamberimizin bu konuda bize gösterdiği örnek budur. Bizim birinci derecede kaynağımız Kur'an'dır. İkinci derece de ise Sünnet'tir. Üçüncü derecede kaynak ihtiyaç halinde akıl ve ictihaddır.
Şunu unutmayalım ki, İslâm'da asi olan teabbudî müslümanlıktır. Yani hikmete değil, imana dayalı müslümanlıktır. Her şey dinde vardır düşüncesi hem Kitab'a, hem de Sünnet'e uymaz. Dinî ve dünyevî hayatımızda aklın da görevi vardır. En iyi, iyinin düşmanıdır. Bugünkü müslümanların en büyük problemi, bir beşer olan müslümanı melek gibi görmek arzusudur. İşte bu idealizimdir. Gerçekler böyle değildir.
Dinde en iyi olmak düşüncesi bizi, iyi müslüman olmaktan da alıkoyuyor. Bırakınız Allah'ın kullarını, herkes olabildiği kadar müslüman olsun. Allah herkese ancak gücünün yettiği şeyi emreder. Allah Teâla hayrın da şerrin de yaratıcısıdır. Kullarının bir kısmı hayrı bir kısmı da şerri seçer. Hidayet Allah'dandır. Önemli olan tebliğ ve tevbedir. Hiç kimse iyi ameline güvenmemeli, kötü amelinde: dolayı da ümitsizliğe düşmemelidir. Mü'min korku ile ümit arasındadır.
Bunları söylemekteki maksadımız, herkes için gerekli olan ana fikirleri vurgulamaktır.
Sünnetin Dindeki Yerini, önümüzdeki oturumlarda yurt içinden ve yurt dışından katılan değerli ilim adamları açıklayacaktır. Vakfımız tarafından tertiplenmiş bulunan bu toplantının hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'dan niyaz eder, hepinizi sevgi ile selâmlarım.
Benzer Konular
İSLAM VE DEMOKRASİ TOPLANTISI AÇILIŞ KONUŞMASI
İSAV, bugüne kadar millî ve milletlerarası 57 tane Tartışmalı İlmî Toplantı yapmış ve bunların ürünlerini kitap hâline getirmiştir. Beşinci Uluslararası Tartışmalı İlmî Toplantının konusu İslâm ve Demokrasidir.
MATURİDİ TOPLANTISI AÇILIŞ KONUŞMASI
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve İslami İlimler Araştırma Vakfınn müştereken düzenlenlediği "Büyük Türk Bilgini İmam Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik” konulu Tartışmalı İlmî Toplantı 22 Mayıs 2009 Cuma günü, 14.00-19.00 saatleri arasında Bağlarbaşı Kültür Merkezi Salonu’nda; 23-24 Mayıs 2009 Cumartesi ve Pazar günleri ise 09.30-19.00 saatleri arasında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Salonu’nda akdedilmiştir. Bu toplantının açılış konuşmasının Türkçe, Arapça ve İngilizce metinlerine ulaşmak için TIKLAYINIZ...
Namaz ve cami
18-19 Ekim 2008 tarihinde yapılan Namaz ve cami konulu toplantının açış konuşması