Beşeri Kuruluşlarda İslam Kelimesinin Kullanımı hakkında

14 Temmuz 2006

ِِ

Beşeri Kuruluşlarda İslam Kelimesinin Kullanımı hakkında

 

Prof. Dr. Ali Özek

 

Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:

Allah nezdinde hak din İslamdır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır

ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur.” (Âl-i İmran: 19)ِ

 “Göklerde ve yerdekiler, isteyerek veya istemeyerek O'na teslim oldukları halde  bu insanlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki O'na döndürüleceklerdir. (Âl-i İmrân: 83)İmran: 19)

“Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden bu,  asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacakdır..” . (Âl-i İmran: 85)

 

Bu ayetler, Yüce Allah’ın din olarak kendisine  İslam’ı seçtiğini göstermektedir. Bunun anlamı ise, İslam, Allah’ın varlığına ve birliğine inanan herkesin dini demektir. Bu sebeple İslam kelimesinin, ülke, okul, ticari , siyasi  ve benzeri kuruluşlar gibi insanların ortaya koyduğu ve tesis ettiği kuruluşlar için ad olarak kullanılması caiz değildir.

 

Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim’de zikredilen yukarıdaki ayetler sebebiyle bir din olarak İslam’la diğer dinler arasında  diyalog kurmak da caiz değildir. Burada şuna dikkat edelim: ALLAH’ IN GÖNDERDİĞİ DİNLER ARASINDA DİYALOG KURULAMAZ. Buna kulun hakkı yoktur.  Zira Yüce Allah, Hz. Musa’yı ve Hz. İsa’yı göndermiş, sonra da Hz. Muhammed (s.a.v) göndermiştir. Nihayet Hz. Muhammed’in peygamberlerin ve elçilerin sonuncusu olduğunu belirtmiş ve din olarak kendine  İslam’ı seçmiştir. Allah’ın göndermiş olduğu bu dinler arasında ,beşer olarak bizim her hangi bir karşılaştırma ve mukayese etme hakkımız bulunmamaktadır. Kur’an’da her şey açıklanmıştır. Bizim sadece bu dinlere mensup  olanlar arasında dünyevi meseleler hususunda konuşma  ve diyalog kurma hakkımız vardır. Zaten dünya hayatında insanların günlük işleriyle ilgili siyasi, toplumsal ve hukuki ilişkilerde diyalog başlangıçtan beri olagelmiştir.

 

Beşeri kuruluşlarda “İslam” kelimesini kullanma bidati, yirminci yüzyılda Müslümanların içine düştüğü en büyük hatalardan biridir. “İslam” kelimesi bir çok müessesede, cemiyetlerde, şirketlerde, bankalarda, üniversitelerde ve hatta kimi ticari kuruluşlarda kullanılmaktadır. Örneğin İslam Kalkınma Bankası, İslam Konferansı, İslam Alemi Birliği (Rabıta), bazı İslam ülkelerinde bulunan üniversitelerin İslam Üniversitesi diye adlandırılması ve yine bazı İslam ülkelerinin devletlerini İslam Devleti diye adlandırması ve benzeri gibi.

 

 Bu hatalara nasıl düşüldü?

Önce bu hataların olumsuz etkisini, sonra da hataların sebeplerini açıklayalım. Birisi şöyle sorabilir: Bu adlandırmaların zararı nedir?

 

Ben de ona derim ki: Sen hiç Hıristiyan Bankası, Hıristiyan Âlemi Birliği, Hıristiyan Biriliği ve benzeri gibi adlandırma duydun mu? Şayet duymuş olsan nasıl karşılarsın?   Bu adlandırmalara karşı ne düşünürsün ve bunlardan ne anlarsın?

 

Şu husus bilinmelidir ki Gayri Müslimler ve hatta kimi Müslümanlar adı geçen kuruluşların İslam için çalıştığını ve İslam’a davet ettiğini düşünür ve bu kuruluşlardan sadır olan her şeyin İslam’dan olduğunu zanneder. Gerçek olan ise bunun tam tersidir. Çünkü bu kuruluşlar ne İslam’ı temsil ediyor, ne İslam’a uygun olarak çalışıyor ve ne de çalışmalarında İslamî esaslara riayet ediyorlar.

 

Hatta kendisini İslam’la adlandıran kimi kuruluşlar var ki, şiddete meylediyor ve düşmanlarıyla birlikte masum insanları da öldürüyorlar. Bunun birçok örneği mevcuttur.  Fakat ben, bu eğilimin doğru olmadığını şu delillerle açıklamak istiyorum: “İslam” ve “Din” kelimesinin, insanların oluşturduğu ve kurduğu kuruluşlarda kullanılmasını yasaklayan birçok hadis vardır. Müslim’in Sahihinde  ( cilt 12 sayfa 40)  şu hadis yer almaktadır:

 

“Bir kale halkını kuşattığında onlar senden Allah ve Resulü`nün ahdi ve emanını isterlerse kabul etme; onlar için, kendine ve ashabına ait bir eman tanı. Zira sizin kendi ahdinizi veya arkadaşlarınızın ahdini bozmanız, Allah`ın ve Resulü`nün ahdini bozmaktan ehvendir. Eğer bir kale ahalisini kuşattığında onlar, senden Allah`ın hükmünü tatbik etmeni isterlerse sakın onlara Allah`ın hükmünü uygulama. yani “ Bu,size uyguladığım Allah’ın şeriatı ve hükmü” deme, lakin kendi hükmünü tatbik et. Zira Allah`ın onlar hakkındaki hükmüne isabet edip etmeyeceğini bilemezsin."

 

Şu’be’den şöyle rivayet edilmiştir: Allah Resulü bir komutan ya da müfreze gönderdiğinde ona dua eder , nasihatte bulunur, yukarıda geçen hadisin tamamını okurdu ve idareyi kendi adına yapmasını tavsiye ederdi.  Bu hadisin tamamını aynen Sünen-i İbn Mace ikinci cilt sh. 954’te ve Tirmizi cilt 4 sh 162-163 de rivayet etmişlerdir.

 

Benim bakış açıma göre önemli olan şudur: Bizim değerli atalarımız ve seleflerimiz yaklaşık on üç asır boyunca “Din” ve “İslam” kelimelerini ne ülkeler için, ne beşeri kuruluşlar için ve hatta ne de okullar için kullanmamışlardır.  Niçin ?

 

Çünkü Allah’ın, Peygamberin, Dinin ve İslam’ın ismini beşeri kuruluşlarda kullanmayı yasaklayan hadisler vardır. Zira Din, İslam ve Peygamber herkes içindir, bunları beşerin inşa ettiği her hangi bir beşeri kuruluşa tahsis etmek caiz değildir. Bu sebeple tarihimizde İslam adıyla adlandırılan tek bir kuruluş, okul veya devlet göremezsin.

 

Müslümanları buna sevk eden Sebepler Nelerdir?

 

Müslümanlar yirminci yüzyıla gelinceye kadar hilafetin gözetimi altında idiler. Osmanlı devletinin hezimete uğraması ve beraberinde hilafetin yıkılması ile birçok İslam ülkesi,Batının sömürgesi altına düşmüştür.  Dolaysıyla kimi İslam âlimleri Müslümanları sömürgeden kurtarmayı düşünerek onları, birleşmeye , birlik olmaya davet etmek istemişlerdir.  Meselenin önemine Müslümanların dikkatini  çekmek için “İslam” kelimesini kullanmayı uygun ve de faydalı görmüşlerdir. Ancak bu bir hata ve bidat idi. Bunun farkına varamamışlardır. Zira şanlı tarihimize bakmamışlar. İslam kelimesiyle banka kelimesinin nasıl yan yana geleceğini düşünmemişlerdir. Zira banka, bilinen beşeri bir kuruluştur. Yine beşeri bir kuruluş olması itibariyle İslam konferansı adlandırması da aynıdır. Bütün bu beşeri ve dünyevi kuruluşların” Din” ve “İslam”’la adlandırılması caiz değildir. Zira bu çeşit davranışlar Müslümanlara  zarar vermektedir. Bu kutsal değerleri dünyevi ve beşeri müesseselerde kullanmak Müslümanları yıpratır. Nitekim de öyle olmuştur.

 

Tatbik edilmemesine rağmen dinî bir kaidenin tatbik edildiği iddiası da insan yaşamına zarar vermektedir. Bunun benzeri örnekler, orta çağ Hıristiyanlık aleminde, yirminci yüzyılda İslam adıyla kurulan bazı ülkelerde ve  Yahudi tarihinde de görülmüştür. Şöyle ki,   İsrail devletinin Musa’nın şeraitini tatbik ettiği iddiasında bulunduğu halde her gün insanları öldürdüğünü görüyoruz. Halbuki bizim bildiğimiz kadarıyla Hz. Musa’nın şeriatında zulüm yoktur. Bütün din sâliklerinin yaptıkları kötülükler , dinlerinin emirleri değil kendi davranışlarıdır. Bu sebepledir ki, yüce peygamberimiz  Hz. Muhammed, “ insanları idare ederken  din adına değil, kendi adınıza idare edin “ buyurmuştur. Burada şu hususa da dikkat edilmelidir ki, kişi idareyi kendi adına yaparken elbette Allah’ın kanunlarını uygulayacaktır. Kulun uygulaması ise,onun içinde bulunduğu imkanlara, şartlara ve siyaseten haiz bulunduğu kudrete ve de en önemlisi toplumun içinde  bulunduğu vaziyet ve duruma  bağlıdır. Bu konularda örnekler çoktur.

 

İlk halife ve Hz. Muhammed’den sonra ilk devlet reisi olan Hz. Ebu Bekir, komutanlarına, valilerine ve memurlarına nasihatte bulunarak “ İnsanları idare ederken İslam ve din adına idare etmeyin. Halkı kendi adınıza idare edin. Zira  Allah ve din adına idare edip de hata ettiğinizde insanlar sizin hatalarınızı dine yükler. Kendi adınıza idare edip hata ettiğinizde  hatanız size ait olur “ demiştir ki, bu husus son derecede önemlidir ve buna bağlı olarak da tarihte hiçbir devlete ve müesseseye İslam adı verilmemiştir.

 

20, asrın ortalarında ve ikinci   yarısında bazı İslam âlimleri. Batının tesiri altında kalarak . insan davranışlarını tanzim eden “ Fıkıh” ilminin yerine, hem de islam’ın adını kullanarak  “ İslam Hukuku” demişlerdir ki, işte bu, tarihi geleneklerimize bakıldığında büyük bir yanılgı olduğu anlaşılır. İslam’ın zuhurundan beri on dört asırlık bir zaman içinde İslam âlimleri, insan hayatını tanzim eden ilimlerin tümüne  Fıkıh adını vermişler ve bu bütün içerisinde ilimler konularına göre bölümlere ve kısımlara ayrılmıştır. Fakat dikkati çeken bir husus, bu ilimlerin kaynağı İslam olduğu halde hiçbir ilim dalı için İslam kullanılmamıştır. Günümüze geldiğimizde bakıyorsunuz bütün ilimlerin, müesseselerin, kuruluşların, şirketlerin, bankaların, üniversitelerin, hatta bazı ticarethanelerin ve bazı devletlerin başına İslam kelimesinin konulduğunu görüyoruz. Bu ve benzeri davranışlar hem bidattir hem de yanlıştır.  Allah’ın dinini bu dünyevî ve de beşerî kuruşlara ad yapmak maalesef akılsızlıktır. Düşünebiliyor musunuz?... Allah’ın haram ettiği faiz müessesesinin adı olan bankaya İslam Bankası!!! Diyeceksiz. Bu nasıl bir mantık?

 

Bunların  tarihî sebepleri

 

Osmanlı Devleti yıkılıp halifelik ilga edilince Müslümanlar Özellikle dinî bakımdan başı boş kaldılar. Bu gün yeryüzünde geniş bir coğrafyada Müslümanlar tarafından ikkci Dünya savaşından sonra  kurulan ve  sayıları 50 den fazla olan devletlerden  sadece Türkiye, İran ve Afganistan hariç bu ülkelerin hepsi batılılar tarafından sömürge haline getirilmişti. İşin garip olan yönü de bu ülkelerin sömürge olmalarına, yine o ülkelerin kendi evlatlarından bazıları, dünyalık elde etmek üzere sömürgecilerle iş birliği yapmışlar ve böylece sömürgeciler fazla zahmet çekmeden  adı geçen ülkelerde egemen olmuşlardı. Bu ülkeler bir süre sustular, herkes kendi işine bakıyordu. 1930 lu yıllardan sonra hareket başladı. Bu ülkelerde yaşayan ilim adamları yavaş yavaş sömürgenin ne demek olduğunu anlamağa başladılar. 1930 lu yılların sonuna gelindiğinde İkinci Dünya savaşı çıktı. Bu savaştan sonra Müslümanların yaşadığı ülkelerden pek çoğu istiklaline kavuştu. İşte bundan sonra Müslümanlar arasında  yetişen pek çok  ilim adamı Müslümanların siyasî ve idarî bağımsızlıklarını kazanmaları için , teşvik ve gayret unsuru olarak İslam’ı kullanmaya başladılar. Bu hareket öyle bir noktaya vardı ki, her hareketin ve her kuruluşun başına İslam kelimesi konmaya başlanıldı.

 

Hatalar nasıl yapıldı?

 

Eski âlimler tarih boyunca bir şeye çok dikkat etmişlerdir. O da şudur: Peygamberimiz Alehissalatü vesselam , komutanlarına  ve valilerine “ İnsanları, Allah,din, peygamber adına idare etmeyin, kendi adınıza idare edin. Zira din adına idare eder de hata ederseniz insanlar sizin hatalarınızı dine yükler. Eğer kendi adınıza idare eder de hata ederseniz  insanlar sizin hatalarınızı dine yüklemez.” Şeklinde tavsiyelerde bulunmuştur. Hz. Ebu Bekir de valilerine, komutanlarına ve âmillerine aynı şekilde talimatlar göndermiştir. Buna bağlı olarak tarih boyunca Müslümanlar hiçbir ilimde, hiçbir kuruluşta, hiçbir medresede İslam’ı ad olarak kullanmamışlar. İnsanların dünya işlerini tanzim eden ilimlere Fıkıh denilmiştir. Bunun da sebebi Efendimizin Abdullah İbni Abbas’a duasında “ Allahım! Onu din ilimlerinde fakih eyle” demesidir. Artık İslam dini ile ilgili ilimlere fıkıh ilmi denilegelmiştir.

Bu gün İslam İktisadı diye adlandırılan konular bilindiği gibi Fıkıh kitaplarında  alış-veriş ilmi olarak geçer. Bu ilmin de vergi, maliye gibi bölümleri vardır. Tarih boyunca iktisat kelimesi  bu konu için hiç kullanılmamıştır. Osmanlı Devletinin son zamanlarında  üniversitede okutulmak üzere iki kitap yazılmıştır ki, bunlardan biri Tekalif Kavâidi diğeri de Defteri Muktasit’ dir. Bilindiği gibi İktisat kelimesi İslam literatüründe  sadece bir hadiste geçer, o da tutumlu olmak anlamınadır.

ما عال من اقتصد و لا نـد م  من اسـتـشا ر

Hadisin anlamı; Tutumlu olan muhtaç olmaz =Danışan da pişman olmaz.

 

İslam ekonomisi tabiri ne kadar doğrudur?

Mesela birisi, “ Hıristiyan Ekonomisi” veya “ Yahudî Ekonomisi”  veya  “Budist Ekonomisi” dese buna nasıl bir tepki veririz?  Bu tabirler doğru mudur?

Gerçek şu ki, bu tabirlerin hepsi yanlıştır. Zaten dünyada Hıristiyan Ekonomisi diye bir şey yoktur.  Olamaz da. Zira Hıristiyanlık bir dindir. Dine  bağlı ekonomi olmaz . İslam dinine ve diğer dinlere bağlı bir ekonomi de olmaz. Peki durum bu iken  nasıl oluyor da Müslüman âlimler  böyle bir yanlışa göz yumuyorlar?

Ekonominin İslamisi veya  gayrı İslamisi olur mu?

İslam bir din, hem de Allah’ın seçtiği bir din olduğuna göre,  dinin ekonomisi veya İslam ekonomisi ne demektir?

Bu konunun iyi düşünülmesi gerekir. Eski âlimler bu ve benzeri ilimlerde  genel olarak fıkıh kelimesini kullanmışlardır.  Neden? Çünkü İslam Allah’ın dinidir. Beşer olarak insanın muradı ilahîyi tam ve kesin olarak bilmesi mümkün değildir. Bu sebepten dolayı âlimler fıkıh ilmine ilmi zanni demişlerdir. Zira fıkıh adı altında toplanan limler ve bilgiler, beşerin meydana getirdiği bilgilerdir. Bu bilgilerin tümü, her ne kadar bir kısmı naslara  dayansa da, tanzim, tertip ve karar olarak  ictihadî bilgilerdir. İnsanların ihtiyaçları ve yaşam şartları değiştikçe  fıkıh ilmi de değişir.

Şu anda dünyada ekonomi konularında kapitalizm, soyalizm, libarelizm ve Pazar ekonomisi gibi isimler ve tabirler kullanılmaktadır. Bunlara alternatif olarak İslam ekonomisi tabiri son derecede yanlıştır. Zira İslam Ekonomisi tabiri mantıkan doğru değildir.

İşin aslına bakırsa  İslam Ekonomisi Kapitalizmin ta kendisidir. İslam dini, Müslümanlar için” haram”  müessesesini  getirmiştir. Kapitalizmin faiz dışında kalan kısımları islam dininde aynıdır. Melsela İslam’da zenginliğin sınırı yoktur. Kişinin tam mülkiyet hakkı ve mülkünde tasarruf hakkı vardır. Kapitalizmin bir müellifi yoktur. Kapitalizm insanlığın ortak malıdır. İslam’dam önce  Arabistan’da uygulanmakta olan sistem kapitalist sistemdi İslamiyet sadece haramları getirdi. Kapitalizme alternatif olarak  sosyalizm, libarelizm gibi  müellifi bulunan sistemler ortaya çıkınca sanki bir buluşmuş gibi islamı  düşünmeden alternatif olarak ortaya koyma gayretleri ortaya çıkmıştır. Bunların hepsi 20 inci asrın ikinci yarısında ortaya atılmış yanlış düşüncelerdir.

Şer’î bir devlet kurulabilir mi?

 

Müslümanlar arasında bazı kimseler, şerîatı tatbik etmekten bahsederler. Şimdi soralım:

Şeriatı kim  tatbik eder?  Kime tatbik eder? Şeriat ne demektir?.

Şeriat bir yoldur. Devlet idaresinde Kanunlar anlamına gelir. Müslümanlar için şeriat, Allah’ın emirleri ve yasakları demektir ki,  bundan da kastedilen hadlerdir, yani İslama göre müeyyidesi olan suçları bir Müslüman işlediği vakit onun cezasının verilmesi demektir.

Bu gün dünyada işbaşında olan devletler de suçluları cezalandırmaktadır. Ancak islamın suç sayıp ceza koyduğu bazı suçlar günümüz kanunlarında suç sayılmadığından, mevcut idarelerin uygulamaları islamî sayılmamaktadır. Bu sebepten dolayı Müslümanlar şeriatın tatbikini istemektedirler.

Konuya iki yönden bakmak gerekir:

1 – Tarihi yön. İslam tarihinde  Müslümanların kurdukları devletlerin hepsi istisnasız İslam kanunlarını tatbik etmişlerdir.Bu devletlerin mahkemelerinde çalışan hakimlerin

kadıların hepsi medreselerde okumuş islamı bilen kimselerdir. Hal böyle olunca acaba bu devletler hadleri ne kadar tatbik etmişlerdir.?  Bu konuda farklı görüşler vardır. Ama bilinen şu ki, hadler kısmen tatbik edilmiş, çoğu kere de terkedilmiştir. Çünkü hadlerin tatbiki gerekli olduğu kadar bazen gerekçe olduğunda terk edilmesi de gereklidir. Bunların delilleri kitaplarda vardır.

2 – Uygulama yönü.:

a)  Her ferdin gücü nispetinde Allah’ın emir ve yasaklarını bizzat kendi nefsinde uygulaması gerekir.

b)  Ulul emrin yani devletin hadleri tatbik etmesi. Devlet hadleri tatbik ederken, mevcut şartlara, imkanlara, toplumun içinde bulunduğu içtimaî iktisadî, siyasî durumlara ve insanları günaha teşvik eden sebeplere göre hareket eder. Tarih boyunca din alimleri bunlara dikkat etmişlerdir. Bu gün de durum aynı olacaktır.

Çünkü Resûlüllah Efendimiz, sahih olduğu kabul edilen bir hadisinde :

ادرؤا الحدود عن المسلمين بالشبهات

Buyurmuştur. Anlamı : Şüpheyi mucip gerekçelerle Müslümanlardan hadleri uzaklaştırın.

İslamda asolan ceza vermek değil affetmek suretiyle kalpleri ısındırmaktır. Diğer bir husus da  toplumun içinde bulunduğu durumu dikkate almaktır.

 

Öneri :

Dünyevi kuruluşlarda, ticari ve siyasi müesseselerde, okullarda, üniversitelerde ve ülke adlarında  “İslam” kelimesinin kullanılmasını bırakmalıyız ve şanlı tarihimizin yolunda yürümeliyiz.

 

 

 

 

Dinin    ülkeler için kullanılması

 

İslam dünyası, İslam âlemi, İslam ülkeleri gibi tabirler hakikatte doğru değildr.  Mesela biz batıdaki ülkelere  Hıristiyan dünyası,  Hıristiyan âlemi, Hıristiyan ülkeleri yerine daha ziyade genel olarak Batılılar diyoruz. Ayrıca Fransızlar , İngilizler ve Almanlar gibi tabirleri de kullanıyoruz.

Batının karşıtı doğu olduğuna göre, burada da doğulular, orta doğulular, uzak doğulular tabiri kullanılmaktadır. Bazen de Araplar, Türkler, İranlılar ve Mısırlılar denmektedir.  Böylece  İslam  kelimesinin her yerde kullanılmasını  azaltmış oluruz. Tabii bazı hallerde bu tabirler kullanılabilir.

Aslına bakılırsa hem Hıristiyan ülkelerde  İslam ülkelerinde başka din sâlikleri de yaşamaktadır. Bilindiği gibi pek çok doğu ve orta doğu ülkelerinde  Müslümanlarla gayrı Müslimler bir arada yaşamakta ve bazı ülkelerde gayrı Müslimlerin Müslümanlara oranı yarıyı geçmektedir.  Mesela bunlara örnek olarak Lübnan’ı, Nijarya gibi pek çok Afrika ülkelerini ve Hint kıasını verebiliriz.

Yukarıda geçen ve dine  biçimde kullanılan tabirler her ne kadr mecazî anlamda  kullanılabilirse de doğru ve gerçek olan böyle terlerde  D İ N  kelimesinin  kullanılmaması daha doğrudur.

                                                                                                                                                                    

Benzer Konular

Ali Özekin telif ettiği el-KEŞŞÂF maddesi: İBN EBÛ ŞERÎF, Burhâneddin Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi.

Müellifin telif ettiği maddeler veya madde bölümleri İBN EBÛ ŞERÎF, Burhâneddin Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. el-KEŞŞÂF الكشّاف Mu‘tezile âlimlerinden Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) ağırlıklı olarak dirâyet metoduyla yazdığı tefsiri. Müellif: ALİ ÖZEK

KÜRT MESELESİ

Kürt meselelesinin dünü ve bu günü

RAMAZAN ve ORUÇ

Orucun şer'î tarifi şöyledir: Oruç tutmaya ehliyetli bir kimsenin imsak vaktinden iftar zamanına kadar vücudun bâtın hükmünü hâiz olan iç kısmına bir şey idhal etmek ve cima yap­maktan, ibadet niyetiyle kendini tutması yâni menetmesidir.