MÜSLÜMANA DÜSEN ACİL GÖREVLER

31 Temmuz 2006

Sayın Ahmet TAŞGETİREN'e

 

MÜSLÜMANA DÜSEN ACİL GÖREVLER

 

 

 

 

 

 

 

 

İslâm’ın, insanlığın sistem arayışıyla buluşabilmesi için Müslümanlara özellikle İslâmî ilimlerle uğraşan bilginlere düşen görev, İslam’ı iyi anlamaktır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, yüce peygamberini insanları doğru yola irşat vazifesi ile gönderdiği zaman, insanlara doğru yolu göstermesi için, kendisine vahiy olarak Kur'an'ı göndermiştir. İnsanlığa Kur'an ı tebliğ ederken Rasûlullah Efendimiz nelere dikkat etmiştir? İşte bana göre üzerinde durulması, gereken en önemli nokta budur ve şu hususlara işaret etmekte yarar vardır:

 

 

 

 

Allah'ın Rasûlü, Kur'an'ın emir ve yasaklarına harfiyen uyardı. İnsanlığı ve insanları çağırdığı davada önce kendisi samimi idi ve en güzel örnek oluyordu.

Henüz hakkında âyet gelmemiş bir mesele kendisine sunulduğu zaman vahiy bekliyordu. Yani, kendi aklından ve düşüncesinden bir şey söylemezdi. Çünkü, eğer söyleseydi, o vahiy olmaz, kendi fikri olurdu ki Allah'ın gönderdiği dine bir çeşit ilave sayılırdı. Nitekim Kur'an'da mevcut "itâb" âyetleri bu hususu açıklar.

Allah'ın kitabı ile ilgili kendi yorumların 'Kur' an’a karıştırılmaması için onların yazılmasını yasaklamıştı. Bunun mânâsı: "Sizin evvelemirde dayanmanız gereken esas, vahiy olarak bana indirilen Kur' an âyetleridir. Benim yorumlarım sadece Kur'an'ı anlamamıza yardımcı olacaktır" demekti.

Medine devrinin sonlarına doğru, devamlı Medine'de oturan Müslümanların dinle ilgili hususlarda soru sormalarını yasaklamıştı. Çünkü sahabeden bazısı, dine fazla bağlılıkları sebebiyle bir takım aklî sorular soruyorlardı. Bu sorulara verilecek cevaplar her ne kadar bazı yeni bilgiler sağlıyorsa da aslında İslâm'da bazı daral­malara sebep olacaktı. Bu da ileride Müslümanlara zor gelecekti. Bunu önlemek için böyle davrandı.

 Efendimiz Aleyhisselâm, kadın, erkek, genç, ihtiyar, zengin, fakir, köle ve hür, genelde bütün insanlara, özellikle Müslümanlara iyilikle, adaletle, cömertçe muamele ederdi. İslâm a giren herkesten biat alırdı. Böylece 0, insana değer verirdi. Bu biat bana göre, dinî değil, idarîdir; kadın-erkek herkesin yönetime katılmasını sağlamaktır ve Efendimiz bunu yapmıştır. Mutlu azınlık düşüncesini kaldırdığı içindir ki o devrin mutlu azınlığı İslâma  cephe almıştır...

Eğer biz İslâm'ı yüceltmek istiyorsak, vahye dayalı esaslara, yani Allah'ın kitabı Kur'an'a ve Rasülullah'ın Sünnet'ine sarılmamız, özellikle dinî konularda, yani hakkında "nass" bulunan emirler ve yasaklarda aklî yorumlara fazla dalmamamız, hakkında dinî nassların bulunmadığı konularda kraldan fazla kralcı olmamamız, yani kıyas yoluna gitmememiz, dinde zorlaştırıcı değil, kolaylaştırıcı olmamız, vahye dayalı asıllarda bulunmayan şeyleri dine sokmamamız ve aklımızla, kendimize taşıyamayacağımız yükü yüklememiz gerekir.

İslâm'ın yeni hayat nizamı olarak uygulamaya konması için:

a)       Vahye dayalı asla, Kur'an a ve Sünnet'e dönülmesi gerekmektedir.

b)       İdarî ve siyasî sistem, Rasülullahım Sünnet'ine göre yürütülmelidir.

c)       Kitap ve Sünnet'te yer almayan konular kıyas yolu ile dine mâl edilmemeli, bunlar serbest saha olup değişen hayat şartları, yeni icatlar ve insanın ihtiyaçlarına göre düzenlenip uygulanmalıdır. İşte o zaman bugünün lâikçilerine, ilkecilerine iş ve konu kalmayacaktır.

d)       Dinde kolaylık esas alınmalı, Nisa Sûresi'nin 31.âyetindeki duyurunun sınırları aşılmamalıdır...

***

Benzer Konular

TÜRKİYE’DE SÜRÜP GİDEN İDEOLOJİK TARTIŞMALAR

Türkiye’de Demokrasi, Cumhuriyet, Laiklik ve Atatürkçülük üzerinde yapılan tartışmalar aslında “karaltıya taş atmak” veya “olmayan bir şeyi hayal ederek var sanmak” gibi oldukça gülünç ve hatta ilkel bir davranış biçimidir. Bir başka ifade ile “Belli bir inancı veya hayat anlayışını benimseyip, herkesin kendisi gibi düşünüp yaşamasını istemektir” ki her iki davranış biçimi hem zararlıdır ve hem de özellikle yaşadığımız asrın demokrasi, insan hakları, din ve vicdan hürriyeti gibi ana prensiplerine aykırıdır. Fakat ne yazık ki bunlar 21. Yüzyıl Türkiye’sinde fiilen yaşanmaktadır.

ZEKÂT KİMLERE VERİLEBİLİR?

ZEKÂT NERELERE VERİLEBİLİR? Zekâtın nerelere verileceği Tevbe Sûresi’nin 60. ayetinde şöyle anlatılır: Zekâtlar Allah’ın emrettiği bir farz olarak; 1. Yoksullara, 2. Düşkünlere, 3. Zekât toplayan memurlara, 4. Gönülleri İslâm’a ısındırılması düşünülen kimselere, 5. Esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyen esirlere ve kölelere, 6. Borcuna karşılık malı olmayan borçlulara, 7. Allah yolunda çalışanlara(cihd edenlere), 8. Parasız kalmış yolculara verilir.

KUR’AN’IN MUHTEVASI

Kur’ân, tüm kâinattan bahseder. Bu itibarla Kur’ân’ın mevzuuna göre tarifi şöyledir: Kur’ân, kâinatın geçmişini, şimdiki halini ve geleceğini anlatan bir kitaptır.