Kur’ân-ı Kerim’de Gayb Meselesi-I açılış konuşması
Prof. Dr. Ali ÖZEK
İslâmî ilimler Araştırma Vakfı Başkanı
Değerli Misafirler, Üsküdar İlçesi Kaymakamı, Üsküdar Belediye Başkanı, değerli üniversite mensubu arkadaşlarım, değerli basın mensupları, değerli dinleyenlerim hepinize hoş geldiniz diyorum. Özellikle bu salonu bize tahsis eden sayın Üsküdar Belediye Başkanımız Yılmaz Bayat Bey’e teşekkürlerimi sunuyorum.
İslâmî İlimler Araştırma Vakfı’nın tertip ettiği bu tartışmalı ilmî toplantıya hoş geldiniz diyor, vakıf adına hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
İslâmî İlimler Araştırma Vakfı bundan yaklaşık olarak otuz üç sene evvel kuruldu. Takdir edersiniz ki, otuz üç sene evvel Türkiye bir başka Türkiye idi.
İslâmî İlimler Araştırma Vakfı’nı kurmaya teşebbüs ettiğimiz zaman bizi yakından tanıyan pek çok arkadaş bana karşı çıktı ve vakfımıza üye olmayı reddetti. Bunu şu sebeple söylüyorum: Vakıf kurulurken “Sen ne yapacaksın? Galiba dini bozacaksın” diyorlardı. Biz de: “Selef-i salihin efendilerimizin ortaya koyduğu görüşler var. Bu görüşler bu asırda bizim hayatımıza uyuyor mu, uymuyor mu? Bu içtihadî meseleler üzerinde çalışma yapılması gerekir” diyorduk. Bu, âdeta bir reform gibi algılandı ve karşı çıkıldı.
Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde “Ümmetim dalâlet üzerinde ictima etmez” buyurmuştur. Bu hadis bir gerçeği ifade ediyor. Gerçekten bu düşünceyi benimseyen insanlar da çıktı ve kırk sekiz kurucu üye ile bu vakıf kuruldu. Bu vesile ile kurucularımızdan âhirete irtihal edenlerin ruhunu şâd etmek üzere sizleri Fâtiha okumaya dâvet ediyorum.
Bu tarz araştırmalar için o zaman böyle bir vakfa çok ihtiyaç vardı. Ama bu ilmî araştırmaları yapacak eleman henüz yoktu. Biz onun çok sıkıntısını çektik. Allah’a hamd olsun ki, bugün Türkiye’de İslâmî ilimlerin her sahasında genişlemesine ve derinlemesine araştırma yapabilecek çok değerli ilim adamlarımız vardır. Yalnız burada bir şey ilave etmek istiyorum: Bugün bu ilim adamları var da, yalnız bunların medenî cesaretleri az, ayrıca menfaate veya siyasete yönelik düşünceler ile hareket edenler de var. Ancak Allah rızası için düşünüp yeni içtihatlar ortaya koyabilecek kabiliyetler az.
Değerli dinleyenler!
Eğer muhalifler olmasaydı gerçekler ortaya çıkmazdı. Bir âlim düşünüp de din hakkında doğru olmayan bir şey söylediği zaman ona kızmamamız, hatta ona teşekkür etmemiz gerekir. Çünkü biz ona cevap vermek için gerçeği ortaya koyacağız. Onun için zıt fikirlerden, zıt düşüncelerden hiç korkmamak lazım.
Sonra biz, insanları bir ipliğe dizemeyiz. Nitekim Kur’ân’da (Kehf, 29) Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Ya Muhammed! De ki: Hak(Din İslâm) Allah katındandır. O halde dileyen inansın, dileyen de inanmasın”
Âl-i İmran Sûresi’nin 20. âyetinde “Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: “Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim”. Ehl-i Kitaba ve ümmîlere (Araplara) da de ki: “Siz de Allah’a teslim oldunuz mu?” Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirirlerse sana düşen yalnızca uyarmaktır. Allah kullarını çok iyi görür ve bilir.”
El-Mâide Sûresi’nin 92-99, er-Ra‘d Sûresi’nin 40, en-Nahl Sûresi’nin 54, el-Ankebût Sûresi’nin 18, eş-Şûrâ Sûresi’nin 48. âyetlerinde Hz. Peygamber’e hitaben ve tekraren “Ya Muhammed! Senin görevin ancak tebliğ etmek, açık biçimde duyurmaktır.” denilmiştir.
Hidâyet de, dalâlet de Allah’tandır. İnsan, inanır veya inanmaz; bu onun işidir. Hiç kimse inanması için bir başkasını zorlayamaz, sadece tebliğ eder. Yani hak dini açık biçimde anlatır, o kadar.
Hûd Sûresi’nin 11. âyetinde “Rabbin dileseydi bütün insanları tek bir millet yapardı. Yani herkes inanırdı. Fakat onlar farklı düşünmeye ve farklı inanmaya devam edeceklerdir” buyurulmuştur.
Her insan fert fert sorumludur. Ya iyi yapacak, ya kötü yapacak. Ya inanacak, ya da inanmayacak. Bu, insana Allah tarafından verilmiş bir haktır. Nasıl kullanacaksa bunu kullanacaktır.
Allah Kur’ân’da “İnsanı bunun için yarattım” diyor. Çünkü diğer canlılarda ve hayvanlarda bu sorumluluk yok. Diğer canlılar fabrikasyon gibi gidiyor. Hiçbir şaşma olmuyor. Bitkiler de öyledir. Hiç yollarını şaşırmıyorlar. Ama insan öyle değil. Cenâb-ı Hak insana hürriyet vermiş ve ‘ihtiyar’ dediğimiz seçme hakkını vermiş. Dolayısıyla insan düşünecek, taşınacak ve neticede bir karar verecek, inanacak veya inanmayacak. Doğru yapacak veya yanlış yapacak, sevap veya günah işleyecek. Bütün bunlar insan için serbesttir. İnsan bunlardan birisini yapacak. Fakat bunları yaparken aklını kullanarak yapacak ve bunun karşılığı olarak cezasını görecek. Nitekim âyetin sonunda şöyle diyor: Allah’ın hükmü tamamlandı. Muhakkak insan ve cinlerle cehennemi dolduracağız.” Bu Allah’ın hikmetidir.
Onun için İslâmî İlimler Araştırma Vakfı’nın çalışmalarında, İslâmî ilimler sahasında selef-i sâlihîn efendilerimizin şimdiye kadar ortaya koyduğu ilmî faaliyetleri ve o çalışmaların neticelerini gözden geçirip kitap, sünnet ışığında bunları bugünün insanına yarayacak ve faydalı olacak şekilde değerlendirilmesi düşünülmüştür. Biz bunu şimdiye kadar tam yapabilmiş değiliz, ancak gücümüz yettiği kadar yapmaya çalışıyoruz. Zira bu türlü faaliyetlere çok büyük ihtiyaç var. Eğer ilmî araştırmalar olmaz ise, milletler yerinde sayar yeni çalışmalar ve değişmeler olmaz ise, önce yapılanlar eskir ve yok olur. İlmî buluşlar da bir müddet sonra eskir ki, onu yenilemek lazımdır. Yenilemek için de Allah’ın verdiği aklı kullanmak gerekir. Fakat burada en önemli olan şey niyettir.
Eğer bir âlimin niyeti Allah rızası için doğruyu bulmak ise, o kişi hata etse de sevap alıyor. Âlimlerimiz bunu kitaplarına yazmışlar “müçtehid hata da eder, isâbet de eder. Hata ederse iki sevap alır.”; çünkü, bunda teşvik vardır. Yani çalış, hata etmekten korkma demektir. Çünkü insan hata ve nisyandan mürekkeptir.
“Eşya zıtlarıyla bilinir” kaidesi vardır. Eğer sen bir şeyin yanlışını bilmiyorsan, doğrusunu da bilemezsin. Yanlış ile doğru birbirinin tamamlayıcısıdır. Doğruyu nasıl anlıyoruz? Yanlışı olduğu için. Yanlışı nasıl anlıyoruz? Doğrusu olduğu için.
Bugün bu toplantıda “Kur’ân-ı Kerim’de Gayb Meselesi” konusu ele alınacak. İşte bu bir araştırma konusu. Şimdiye kadar bu konular araştırılmıştır. Fakat eski âlimlerimizin araştırmaları ışığında konuyu bizim de yeniden araştırmamız gerekiyor. Aksi halde Cenâb-ı Allah’ın bize vermiş olduğu bu akıl nimetini kullanmamış oluruz. Evet, “Onlar araştırmış, tesbit etmiş bunlar bana yeter, benim artık bir şey yapmaya ihtiyacım yok” düşüncesi kökünden yanlıştır. O sadece kitap ve sünnet için söylenebilir. Kitap ve sünnet dışındaki bütün içtihatlar, kaideler, kanunlar değişebilir. Bunları değiştirmemek, eskimek ve yok olmak demektir.
Bunları niçin söylüyorum? Vakfımızın hedefi- otuz küsûr seneden beri- bütün davası ve gayesi hem İslâmî ilimlerde ve hem de diğer ilimlerde insanları araştırmaya teşvik etmektir. Bugün medeniyet, teknoloji ve ilim adına ne varsa araştırmaların eseridir. Eskilerin yaptıklarına ilaveler yapmamız gerekiyor. Eski âlimlerin yaptığı ortaya koyduğu buluşu bizim geliştirmemiz gerekiyor. Bunu yapmadığımız takdirde, onlar vazifesini yapmış, biz ise yapmamış oluruz. Bu bakımdan araştırmanın önemi çok büyüktür. Bugün insanlık olarak ulaştığımız teknolojik seviye, yapılan araştırmaların sonucudur.
Kur’ân’da Gayb veya Gayb problemi toplantımızın konusudur. İnşallah ilim adamları bu meseleleri ortaya koyacak, bize ışık tutacaklardır. Bu çalışmalarından biz de faydalanacağız. Yalnız, benim yaptığım kısa bir araştırmaya göre, Kur’ân-ı Kerim’de gaybla ilgili âyetlere baktığımız zaman gaybın bir çok mânâsının olduğunu görüyoruz: Gaybın birinci mânâsı Allah demektir. Bakara Sûresi’nin 3. âyetinde “Onlar Gayba inanırlar ve namazlarını dosdoğru kılarlar” buyuruluyor. Bu âyette gayba imandan sonra namaz kılarlar deniliyor. Bir insanın namaz kılabilmesi için önce Allah’a inanması gerekir. Başka türlü namaz kılamaz. Demek ki, buradaki mânâ “ Allah’a inananlar ve namaz kılanlar” şeklindedir.
Kur’ân-ı Kerim’de gayb kelimesi tekrar ediliyor. Ancak bir çok yerde “ba” harf-i cerriyle geldiğinde gayb hep Allah mânâsınadır. Bu çok enteresandır. Asıl bu noktada araştırma yapmak gerekiyor. Neden gayba iman önemlidir? Çünkü gayba imanın içinde Allah’a iman birinci meseledir. Allah’a inanmak gayba inanmak demektir. Nitekim Peygamber Efendimiz “Allah’ın zâtıyla uğraşmayın yani, zâtı hakkında düşünmeyin, sıfatlarıyla düşünün ve onunla Allah’ı anlamaya çalışın” buyurmuşlardır.
Bu vesile ile bugünkü toplantımızda tebliğ sunacak ve müzakere yapacak arkadaşlara başarılar diliyorum. İnşaallah bu araştırma düşüncesi önümüzdeki yıllarda gelişecek ve böylece inananlar eskiden olduğu gibi dünyadaki o büyük yerini alacaktır. Bu da genç nesillerin araştırmaya vereceği öneme bağlıdır.
Hepinizi tekrar hürmetle selamlıyorum ve Cenâb-ı Hakk’dan bu türlü faaliyetlerin devamını diliyorum.
KAPANIŞ KONUŞMASI
Prof. Dr. Ali ÖZEK
İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Başkanı
Değerli ilim adamları, muhterem hâzirûn!
İslâmî İlimler Araştırma Vakfı’nın tertip ettiği tartışmalı ilmî toplantının otuz dokuzuncusu şu anda sona ermiş bulunuyor. Bu vesile ile birkaç hususa işaret etmek istiyorum.
Fahruddin er-Râzî, otuz beş sene ilm-i kelâm okumuş, ondan sonra bir gün boy abdesti almış, iki rekat namaz kılmış ve ondan sonra ilm-i kelâm ile uğraşmayı terk etmiştir. Neden? Çünkü bu konular insan aklının çözebileceği konular değil. Bunlar iman konusu. Bunun tek yolu inanmaktır.
Vaktiyle Karadenizli bir talebe Mısır’a gitmiş orada okumuş, el-Ezher’de tefsir hocası olmuş, tefsir derslerini okutmaya başlamış, baştan itibaren sûreleri okutarak Zâriyât Sûresi’ne gelmiş bu sûredeki والسماء ذات الحبك âyetine gelince talebelerine demiş ki, السماء semâdır, bunu siz de biliyorsunuz ben de biliyorum, ذات kelimesi Arapça’ da sahip mânâsına geliyor, bu kelimenin mânâsını siz de biliyorsunuz ben de biliyorum. Amma الحبك kelimesine gelince, onun mânâsını ne siz bilirsiniz, ne de ben bilirim, demiş. Bu meseleler böyledir.
Bekir Topaloğlu Hocamız ve diğer arkadaşlar da temas ettiler. Peki nedir bizim gayemiz? Bizim gayemiz, bunların bilinip bilinmeyeceğini ortaya koymaktan öte, bu konuların yeniden tartışılması ve yenilenmesidir. Yani bazı konularda düşüncelerimizi, ilmimizi, imanımızı yenilmek, yeni bir şeyler ortaya koymak içindir. Ama, gayba iman mevzuu ortaya çıkınca bu tecdid-i iman, imanı yenileme, takviye etme, güçlendirme anlamına gelir. Çünkü, ilm-i kelâmın ortaya koyduğu şu ana kaide önemlidir; الايمان لا يزيد ولا ينقص وانما يقوي ويضعف İman azalıp çoğalmaz; var veya yok olmaz; vücudu itibariyle ya vardır, ya yoktur; hem var hem yok olmaz; iman, şek, tereddüt kabul etmez. Ama, iman güçlü olabilir, zayıf olabilir.
Bu bakımdan bu konuları araştırma sonunda zayıfa imanımızı güçlendiriyoruz, kuvvetli hale getiriyoruz, bu çalışmaların bu faydası var.
Bu toplantıda da ilim adamlarımızdan ben şahsen çok istifade ettim. Ayrıca, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı’nın çıkardığı, tartışmalı ilmî toplantı metinlerinin hepsi Türkçe’dir. Bu eserleri Arapça ve İngilizce’ye çevirmek çok büyük problem. Bu problemi çözemediğimizden dolayı bu şarkıyı kendimiz çalıp kendimiz dinliyoruz. Yani dinleyici bulamıyoruz.
İslâm ülkeleri ve Batı’daki bir çok ilmî faaliyetlere katılmış bir kimse olarak gördüğüm şudur ki, Türkiye’de bugün, şu son zamanlarda özellikle sosyal ilimler sahalarında gerçekten güzel, değerli imî çalışmalar yapılmaktadır. Fakat, bundan dünyanın haberi yoktur. Sebep ise dil meselesidir.
Bu yapılan çalışmalar Arapça ve İngilizce’ye çevrilip yayınlanabilse, dünya bizim bu çalışmalarımızdan haberdar olacaktır. Bunu da İSAV olarak plânlamaya çalışacağız. Şayet gerçekleştirebilirsek elbette güzel bir netice olacaktır.
Bizim İslâmî İlimler Araştırma Vakfı’nı kurmamızın gayesi, hedefi, ilmî araştırmaları teşvik etmektir. Batı’da veya diğer ülkelerde yapılmış olan ilmî çalışmaların aynısını biz Türkiye’de de yapabiliriz; bu düşünce bize hakim olmuştur.
Bir tefsir hocası olarak on beş seneden beri üzerinde durduğum şudur ki, Kur’ân-ı Kerim’i anlamak için tarih, sosyoloji, psikoloji, matematik, astronomi ve tıp gibi ilimlere ihtiyaç var. Çünkü, Kur’ân-ı Kerim’in muhatabı insandır. Yani biziz. Kur’ân-ı Kerim’in muhatabı insan olduğuna göre, önce bu insanı tanımak lâzım. Kur’ân-ı Kerim’i anlamak için birinci şart, insan nedir? Nasıl bir varlıktır? İnsanın düşünceleri, temayülleri, sevgileri, nefretleri, duyguları, anlayışı, hisleri…. Bir çok davranış biçimleri var. Bu özellikleri taşıyan insanı tanıdığımız zaman, ona hitap eden Kur’ân-ı Kerim’i da anlamış oluruz.
Bir tefsir hocası olarak Kur’ân-ı Kerim’de gördüğüm şudur: Kur’ân-ı Kerim insanın bütün yönlerine hitap ediyor. Âyetleri okuduğumuz zaman bunu açıkça anlıyoruz. Çünkü insanın yaratıcısı olan Allah, insana hitap ettiğine göre, insanın ne olduğunu biliyor ve ona göre hitap ediyor. Biz ise bunu bilmek için başka vasıtalara muhtacız o da tarihtir. Kur’ân-ı Kerim’in indiği zamanı, peygamberin hayatını ve olayları iyi bilmeden Kur’ân-ı Kerim tefsir edilemez. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’in muhatabı olan insan nedir? Kur’ân-ı Kerim’de öyle yer geliyor ki, âdetâ Cenâb-ı Hak insanı karşısına alıyor ve şu anda bizim tartıştığımız gibi onunla tartışıyor. Kur’ân-ı Kerim’de böyle âyetler var. Bu ne demektir? Cenâb-ı Allah insana hitap ederken insanın seviyesini de dikkate alıyor. İşte ben bu sebeple doktora bölümünde biyoloji, tarih gibi sosyal ilimlerin okutulmasını istedim. Çünkü bu ilimler bizim insanı tanımamıza yardım edecektir. İnsanın tarihini, geleceğini bilmemiz gerekiyor. Çünkü Kur’ân-ı Kerim gelecekten de haber veriyor.
Bugün benim gençlerden istediğim şudur. Batıda yapılan çalışmaları örnek alarak bizim bu çalışmaları kendi ölçülerimiz içerisinde başlatmamız gerekiyor. Bu mümkündür, zor değildir. Batıdaki insanlarda olan akıl bizde de var. Bütün mesele gayrettir. Bunu bir temenni olarak kaydediyorum.
Bu toplantıya gelince, bu tür toplantılarda çok güzel fikirler ortaya konuluyor. İlmî seviyemiz yükselmiştir. Ben bu konuda büyük mutluluk duyuyorum. Bunları geliştirelim. İlmî faaliyetleri geliştirmek hepimizi için en büyük vazifedir.
Ben her zaman şunu söylerim: Eğer dünya hakimiyeti istiyorsanız bunun iki vasıtası vardır. Bunlardan biri ilim, ikincisi paradır. İlim istiyorsanız bu sadece çalışmayla elde edilir. Dünyada ilim adamlarının hayatlarını okuduğumuz zaman görüyoruz. İlim adamları sanki kendilerini insanlığa vakfetmişlerdir. Herkes gezip eğlenirken o oturmuş gece gündüz durmadan okuyor ve araştırıyor. Bu bir tutkudur. Bunlar az da olsa bir milletin içinde bulunduğu zaman o millet yükselir. Milletlerin yükselmesi esâsen idarecilerine ve ilim adamlarına bağlıdır. Milletin idarecileri şâyet seviyeli insanlar ise, o milletin seviyesi yükselir; seviyesi düşük insanlar ise millet aşağıya doğru batar gider.
Şunu unutmayalım ki, bir milletin en önemli varlığı devletidir. Ferdin değeri, devletin değerine, gücüne bağlıdır. Devleti yaşatmak, yüceltmek bir fert için aslında mukaddes bir görevdir. Ama devlet adamları, devleti idare edenler düzgün olmayınca, kötü olunca millette onlara karşı bir nefret meydana geliyor. Bu da memleketin idaresinin bozulmasına, zayıflamasına sebep oluyor. Bunların da araştırılması ve gerek halka, gerek idarecilere anlatılması gerekiyor. Aslında Türk Töresi budur. Yani idare ettiği milleti mutlu edemeyen Hakanlar görevlerinden alınırlar. Bu töre nedeniyle Türklerin –Gerek İslâm’dan önce, gerek İslâm’dan sonra- başka milletlerle mukayese edildiğinde görüleceği gibi çok devlet kurmuş olmasının sebebi buna bağlıdır. Çünkü devlet reisinin görevi idare ettiği halkı mutlu etmektir.
İslâm Düşüncesinde Gayb Problemi konulu bu ilmî toplantımızın devamı durumundaki ikinci araştırmanın çalışmaları başlamıştır. hazırlıklarımız tamamlandıktan sonra o toplantımız da İnşallah önümüzdeki yılın bu aylarında sizlere sunulacaktır.
Bu vesile ile hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım.
Allah’a emanet olun.
Benzer Konular
İSLAM VE DEMOKRASİ TOPLANTISI AÇILIŞ KONUŞMASI
İSAV, bugüne kadar millî ve milletlerarası 57 tane Tartışmalı İlmî Toplantı yapmış ve bunların ürünlerini kitap hâline getirmiştir. Beşinci Uluslararası Tartışmalı İlmî Toplantının konusu İslâm ve Demokrasidir.
MATURİDİ TOPLANTISI AÇILIŞ KONUŞMASI
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve İslami İlimler Araştırma Vakfınn müştereken düzenlenlediği "Büyük Türk Bilgini İmam Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik” konulu Tartışmalı İlmî Toplantı 22 Mayıs 2009 Cuma günü, 14.00-19.00 saatleri arasında Bağlarbaşı Kültür Merkezi Salonu’nda; 23-24 Mayıs 2009 Cumartesi ve Pazar günleri ise 09.30-19.00 saatleri arasında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Salonu’nda akdedilmiştir. Bu toplantının açılış konuşmasının Türkçe, Arapça ve İngilizce metinlerine ulaşmak için TIKLAYINIZ...
Namaz ve cami
18-19 Ekim 2008 tarihinde yapılan Namaz ve cami konulu toplantının açış konuşması